Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
AYDIN VE TOPLUM
Batı dillerinde entelektüel, intelijans gibi kelimelerle, Farsçada rûşenfikr kelimesi ile ifade edilen aydın kavramı, Osmanlı döneminde ise münevver kelimesiyle ifade edilmekteydi. Arapça 'nûr' kökünden türeyen münevver kelimesi nurlu, aydınlık anlamına gelmektedir. Farsça da ise fikr ile parlak anlamındaki rûşen kelimesiyle tamlama yapılarak oluşturulan kelime parlak/aydın fikir(li kimse) anlamına gelmektedir. Burada tek tek anlamları vermemizdeki amaç kelimelerin etimolojik kökenlerinden hareketle de bir çıkarım elde etmek. Kelimeler burada ilginç bir şekilde ortak bir noktada birleşiyor. Görüldüğü gibi aydın kimse için kullanılan kelimeler hep edilgen, yani münevvir/aydınlatıcı değil münevver/aydınlanmış/aydın. Farsçada da hemen hemen durum aynı. Ay ve güneş gibi, yani güneş gibi bir ışık kaynağı değil de sanki ay gibi onun ışığı ile aydınlanmış. Güneşin karanlığı, geceyi boğması yönü yerine karanlık, gece içerisinde güneşten yani bir başka kaynaktan aldığı ışıkla kendi aydınlanmış ve bu ışık az da olsa geceyi, dışarıyı, bir başkasını aydınlatmakta.
TDK, aydın kelimesini "Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver, entelektüel" olarak tanımlamaktadır. Acaba gerçekten öyle midir? Yani aydın olmak için ne tür bir kültürle kültürlenmiş olmak gerekir veya ne tür bir eğitimden geçmek lazım? Mesela ülkemizde üniversite okumak aydın olma yolunda ne tür bir işlev görmektedir? Olumlu mudur yoksa bazı aydın fikirleri de söndürmekte midir? Görgüden kasıt nedir? İleri düşünce derken ne kadar ileri, mesela ahiret bu ilerinin neresindedir? Sorular daha da uzatılabilir. Hâsılı, aydın aslında göreceli bir kavramdır. Yine de aydın dendiğinde üç aşağı, beş yukarı herkesin kafasında bir şeyler canlanmaktadır. Bu, muhtemelen kültürden kültüre de değişmektedir. Mesela ülkemizde aydın dendiğinde bir de 'sanat' camiası akıllara gelmektedir ki Allah muhafaza!..
Cemil Meriç'in aydın hakkında oldukça fazla yazısı, görüşü vardır. Bunlardan bazıları şu şekildedir: "Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan; uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs." "Tanzimat’tan bu yana, Türk aydının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu. Aldanmak ve aldatmak... Genç nesiller Tanzimat’tan beri karşılaştıkları ihaneti görünce bir sığınak aradılar. İslamiyet’i bilmiyorlardı ve tarihlerinden utandırılmışlardı. Oysa dünyanın en büyük medeniyetini kurmuş bir ülkenin çocuklarıydık. Genç nesiller masallarla avutulamazlardı artık. Bu sahte batıcılıktan tiksinmişlerdi. İkiye ayrıldılar; ülkenin mukaddeslerine sarılanlarla, sosyalizme gönül verenler... Batının kelimeleriyle; sağcılar ve solcular... Nesiller bu aldanışı kanlarıyla ödediler..." "Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor yurdundan. Hayır, kirlettiği bir odadan kaçar gibi. Unutuyor ki vatanı kenefe çeviren kendisi. Aydın, Tanzimat’tan beri Batı kapitalizminin şuursuz simsarı. Tanzimat bir medeniyetin fethi değil bir ırzını teslim. Ve aydın harabe haline getirdiği bu memleketin enkazından bir şeyler yüklenip Batı’ya kaçmak istiyor. O enkazla yeni bir bina kurmak güç şey. Ama zavallı dostlarım, dünyanın en güzel coğrafyasını cehennemleştiren biziz!.. Bavulunuzda, hafızanızda o cehennemi taşıyorsunuz. Kaçış, daima zelilanedir. Bu kaçış bir kendini arayış da değil, pervanenin ışığa koşması da. Hürriyet, hürriyet... Ne hürriyeti? Mevcut hürriyetleri kullanıyor musun? 1963 Türkiyesi Voltaire’lerin Fransa’sından yüz kere daha hür. Voltaire’ler nerede?"
Cemil Meriç'in de eserlerinde zaman zaman vurguladığı gibi Tanzimat'tan beri toplumumuzda aydın ile halk arasında bir kopma söz konusudur. Batı'ya yüzünü dönmüş, kendini de bir batılı olarak gören aydın kitlesi toplumla bir savaşa tutuşmuştur. Bu hastalıklı bir haldir. Bu hastalığın en büyük isimlerinden biri kibirdir. Evet, okuyan, düşünen ve bu faaliyetleri sürdürdükçe bazı şeyleri daha fazla gören bir kimse kendisinde bir farklılık hissedecektir. Ama bu farklılık bir üstünlük vesilesi değildir. Aynı binanın birinci katıyla on beşinci katındaki manzara elbette farklıdır. Ama her ikisi de aynı binada yaşamaktadır. Bunun gibi aydın da bu toplumun bir üyesidir. Toplumu bir nesne olarak gören aydın tipi kendini de fildişi kulesinde görecektir ve oradan hiç inmeyecektir elbette...
Aydın, toplumun önünde olabilir ama asla üstünde değildir. Üstünlüğü sağlayacak daha insani erdemler vardır. Yine aydın toplumu bir anlamda dışarıdan gözlemleyip bazı yargılara varabilir ama bu toplumu karşısına almak anlamında değildir, olmamalıdır. Dışarıdan bakmakla, karşıdan bakmak farklı durumlardır. Dışarıdan bakmakta olayları daha sağlıklı değerlendirebilmek imkanı yatarken, karşıdan bakmakta bu imkan ortadan kalkacaktır, çünkü olumlu durumlar bile olumsuz karşılanacak, toplum ötekileştirilecektir. Bu sefer toplumu ötekileştiren aydında öteleşecek, ötekileşecek ve ötekileştirilecektir.
Bir insanı aydın yapacak en önemli nokta sızısıdır diyebiliriz. İçinde bulunduğu toplumun hatta tüm insanlığın derdiyle dertlenebilmelidir aydın. Sorunları teşhis edebilmeli, sadece teşhisle de kalmayıp çözümüyle de ilgilenmelidir. Yoksulluktan, açlıktan, ekonomik düzenin hiç de iyiye gitmediğinden yakınıp, bunun üzerinden bir söylem geliştirip sonra da hiçbir şey yokmuş gibi yalnızca kendi gemisini yürütmekte olan, hayatındaki lükslerinden taviz vermeyen bir kişinin aydınlığından nasıl bahsedebiliriz. 1 Mayıs'ı barlarda kutlayan, işçilerin haklarından dem vuran jakobenler toplumumuzda nasıl da ilgi görüyor!
Akademinin de aydın-halk buluşmasında önemli bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Yalnızca isminin önündeki kalabalıklar nedeniyle ilgi gören masa başı akademisyenlerini saymazsak gerçekten yetişmiş çok sayıda akademisyene sahibiz. Bu kimselerin dersine girdiği öğrenciler dışında üniversitelerdeki öğrenci çalışmalarına/hareketlerine katkıları elbette vardır. Ama yalnızca bu da yeterli değildir. Dört duvar arasına sıkışmış, yalnızca bilimsel yayın gündeminde olan, kitaplardan başka muhatap edinmeyen akademisyenler yerine ülkesinin, insanının gündemini de takip eden, onların derdiyle dertlenen, birikiminden başka insanları da faydalandıran, tabiri caizse ilminin zekatını fazla fazla veren akademisyenlere de ihtiyacımız var. Ağır bir dil kullanmayı marifet saymadan yapılmalı tabi bunlar, yoksa sözleri arasına yabancı kelimeler sıkıştırarak 'bakın ben şimdi sizle konuşuyorum ama sizinle aynı dünyada da yaşadığımı sanmıyorum' mesajı vermekten kaçınmalıdır. 'Küçük dağları ben yarattım hatta bazı büyüklerini bile olabilir' tavırları yerine sıcak, samimi, alçakgönüllü olmak çok da zor olmasa gerek!
Aydınlarımızın anlaşılmak gibi bir çabası olmalıdır, anlaşılmamak gibi değil. Üniversite yıllarında şehrimize hemen hemen herkesin tanıyacağı şair bir aydın!ımız gelmişti. Yaklaşık iki saatlik bir konuşmanın ardından soru varsa alabileceğini belirtti hazret. Orta yaşlı bir hanımefendi: "Beyefendi iki saattir sizi dinliyorum ama söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım" dedi. Hazret hiç istifini bozar mı? "Hanımefendi söylediklerimi anlasaydınız ben orada siz kürsüde olurdunuz" dedi. E adam, madem karşındakiler söylediklerini anlamıyor niye konuşuyorsun, hadi konuşuyorsun niye iki saat konuşuyorsun? İşin şakası bir yana güzel şiir yazabilirsiniz, güzel yazılar da kaleme alabilirsiniz ama eğer insanlıktan nasibinizi almadıysanız biraz sorun var demektir.
Aydın ve siyaset ilişkisi de bir diğer önemli konu. Aydın elbette siyaset üstü olmalıdır, militan bir partizan olamaz. Ama bu demek değildir ki haklı gördüğü bir siyasi hareketi de desteklemesin hatta içinde olmasın. Aydını diğerlerinden ayıran nokta taassuptan uzak oluşudur. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmelidir. Bir siyasi oluşuma tamamen bağlanmak onun sözünün, düşüncelerinin etkisini kıracağı gibi tamamen kör sağır olmak da bakış açısını daraltabilir. Sadece para veya arka sahibi olmaktan başka hiçbir vasfı olmayan kimseler yerine ilmin, fikrin ve değerlerimizin onurunu koruyarak hareket edecek kişiler gerek içeriden bir ses olarak tercih edilmelidir gerekse dışarıdan yapıcı eleştirel bir tavır olarak siyasiler nezdinde de kabul görmelidir.
Memleketimizin, ümmetin ve tüm insanlığın sağlıklı düşünen, üreten, çözüm arayan ve karanlıkla mücadele eden kimselere her zaman ihtiyacı var. Bunun için çokça okumalı, tefekkür etmeli ve otururken değil yürürken söz söyleyebilmeliyiz. Kibre kapılmadan, şöhret hastalığına tutulmadan, makam, mal, mülk, menfaat sevdalısı olmadan...
MUHSİN TAHA SELÇUK
|
|
YİĞİT GÖKDERE
|
|
NECAT YAZICI
|
|
NECAT YAZICI
|
|
BAHADIR BAYRAM
|
|
M. UBEYDULLAH BOZDOĞAN
|
|
NECAT YAZICI
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
NECAT YAZICI
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
MELİH AHISHALI
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
İLKER YILMAZ
|
|
NECAT YAZICI
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|