Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
TOPLUMSAL FAALİYET SORUMLULUĞU
“İyiliği emir ve kötülükten men etmek” İslam’ın toplumsal şartlarından biridir. Beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak ferdi bir ibadet olarak nasıl farz ise iyiliği emir ve kötülükten nehyetmek de toplumsal bir farzdır. İslam kişinin gelişimini her ne kadar iman etmek, namaz kılmak, oruç tutmak gibi bazı şahsi amellere bağlamışsa da bu manada gelişimini sürdürmekte olan fertleri toplumsal sorumluluklarla donatarak ona geniş bir çalışma alanı sunmuştur.
İslam bireysel ve toplumsal ataleti kabul etmeyen dinamik bir dindir. Bananeciliği ve bireyselliği içerisinde barındıran “gemisini yürüten kaptandır”, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “her koyun kendi bacağından asılır” gibi veciz fakat bir o kadar da toplum için tehlike arz eden dünya görüşlerini kabul etmez, bunları kesin bir dille reddeder. İslam dönüştürücüdür, var olduğu yerde varlığını en güzel şekilde ortaya koyarak bulunduğu ortamı hayra sevk eder. Öyle kendi kabuğunda, renk vermeyen, dışarıda ne olup bittiğine duyarsız kalan bir din değildir. Bu tarz bir düşünce sahibi olarak kendimizi kurtarma namına ferdi ibadetlerimizle meşgul olsak, bu amaçla kendimiz ve ailemiz için karantina bölgeleri oluştursak da bu çabalar bir fayda vermeyecektir. Toplumsal olarak yaşadığınız muhit ve çevre temizse temiz kalmamızı sağlayacağı gibi, kirliyse de kirlenmemize sebep olacaktır. İsteyerek veya istemeyerek de olsa etkilendiğimiz çevre alanını; yaşadığımız ev, sokak, mahalle, okuduğumuz okul veya çocuğumuzu gönderdiğimiz okullar, çalıştığımız iş yerleri, yerli veya merkezi yönetimler, medya, televizyon, internet, alışveriş mekânları ve bizim kendileriyle onların da bizimle irtibat halinde olduğumuz unsurlar oluşturmaktadırlar. Buna benzer sayabileceğimiz birçok etki alanı bizleri doğrudan veya dolaylı, olumlu veya olumsuz şekilde etkilemektedir. Toplumsal hayat tüm bunlara bizleri mecbur kılmaktadır. Her ne kadar bu etkenlerin bazılarından olumsuz oldukları gerekçesiyle uzaklaşmaya veya sırt dönüp gözlerimizi kapamaya çalışsak da bu eylemin deve kuşunun başını toprağa gömmesine benzeyeceği açıktır.
Kültürel değişim veya tahribat belli dönemlerde kendisini çok daha bariz bir şekilde fark ettirmiştir. 1924’te Halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte bu coğrafyada yaşayan insanlar hayallerinde bile tasavvur edemeyecekleri bir kültürel değişime maruz kaldılar. Elif- Bası yerine alfabe, takke ve sarığı yerine şapka giydirildi başına. Her ne kadar dönemin âlim, aydın ve imanlı insanları bu duruma direnmişler, karşı durmuşlarsa da ne yazık ki son savaşlarda bitap ve yorgun düşmüş halkın bu durumu göğüsleyebilecek güçleri kalmamıştı. Karşı durup itiraz edenler ise ya haksız yere idam edildiler veya sürgüne gönderildiler. Hiçbir vicdani emaresi olmayan bu devrimler ve uygulayıcıları sayesinde muazzam bir kültür ve gelenek devrilmişti. Daha yakın tarihte yaşadığı savaşlarda aldığı yaralar kapanmamış kan kaybetmekte olan, üstü başı parçalanmış halk yeni ihdas edilmiş kanunlar maharetiyle elleri ve ayaklarından zincirlere vurularak zorla da olsa “Batı”ya doğru sürüklenmeye başlandı.
Böylece halkın Batılılaşmaya ve dönüştürülmeye karşı gösterebileceği direnç elinden alınmış, koca bir toplum imha edilmişti. İtirazlar bastırılmış, halkın isteyerek veya istemeyerek de olsa yaşamak zorunda bırakıldığı “yeni-modern” bir kültür dayatılmıştı. Kendisiyle yüzyıllarca savaştığı düşmanının karşısında ona âşık olması istenmiş, Leyla’sını şaşırmış Mecnun durumuna düşürülmek isteniyordu. Öyle de oldu…
Bizim nesil bu tahribatı yaşamış dedelerin ve babaların çocuklarıdır. O korku ve baskı günlerinin onlara hediye ettiği ve onlardan bizlere geriye kalan en büyük miras “kimseye karışma”, “kendi işine bak” ve “nemelazım” la özetlenebilecek olan ferdiyetçi, bireysel bir din ve dünya görüşüne sahip olmaktan başka bir şey değildi. Tabii ki bu durumun neticesi, önünde durulamaz bir fesat tsunamisi doğurmuştur. İşte bugün sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kaldığımız bu toplumsal felaketin ortadan kaldırılmasının yolunu Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde bizlere şöyle buyurmaktadır:
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun, işte (ferdi ve toplumsal düzeyde) kurtuluşa/refaha/muvaffakiyete ve başarıya ulaşan onlardır. .Âl-i İmrân sûresi (3), 104
Ferdi ve toplumsal başarıya “ وَلْتَكُن مِّنكُمْ” “Sizden olsun, bunu siz yapın” emri ilahisinin bulunduğu iyiliği emir ve kötülükten nehiy yoluyla ulaşılacaktır. Elbette bu iş öncelikle İslam’ı kendisine din ve hayat tarzı olarak seçmiş, bu dine iman etmiş fertlerin kendi nefislerinde yaşayacakları, bu minval üzere gidişatın bir parçası olması gereken ümmeti oluşturma düşüncesine sahip bir birlikte var oluşu hissetmelerinin akabinde tam olarak gerçekleşecektir.
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a iman edersiniz.” Âl-i İmrân sûresi (3), 110
Bu ayette de; İslam’ın asli unsuru olan Allah’a imanın, iyiliği emir ve kötülükten men etmekten sonra zikredilmesi dikkate şayandır. Sanki “Eğer iyiliği emreder ve kötülükten menederseniz Allah’a iman etmeniz tahakkuk edecektir” buyrulmaktadır. Ali Şeriati bu ayette geçen iyiliği emir ve kötülükten men etmeyi “ Mesuliyet-i ameli-yi ictima-i” yani “Toplumsal faliyet/eylem/amel sorumluluğu” olarak nitelemektedir. Dindarlığın arttığı! ama ne hikmetse İslami var oluşun azaldığı memleketimizde bu konu çok daha önem kazanmaktadır. Toplumsal mesuliyet bilinci gerekliliğini yerine getirmenin ilk basamağı kaliteli bir iç dünyaya sahip fertlerin var oluşu ve bu fertlerin içerisinde bulundukları dış dünyaya karşı tutunacakları ortak tavır ve eylemlerle olacaktır. Fertlerin İslami öğretiye uygun bir donanımla yetiştirilmesinin ihmal edildiği “cemaat”lerin veya cemaatleşme ve birlikte olma şuurunun ihmal edildiği ama “donanımlı fertler”in yetiştirildiği bir çaba ve gayretin de toplumsal eylem sorumluluğunu yerine getirmede etkisiz ve yetkisiz olacağı kesindir. Öyleyse toplam kaliteyi yakalama çabası her zaman zihinlerde var olmalıdır.
“İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler (gözetmenidirler). İyiliği emreder, kötülükten menederler.” Tevbe sûresi (9), 71,
Mü’minler, birbirlerinin velileri olma münasebetiyle birbirlerini gözetmeli, biri diğerini ihmal etmemeli aralarında iyiliği emretmeli kötülükten de menetmelidirler. Öyleyse en iyi dostlar birbirlerine iyiliği emreden ve kötülükten men eden, birbirini güzel bir dille uyaran dostlardır.
Mü’minlerin özelliklerinden biri iyiliği emretmeleri ve kötülükten men etmeleriyken, bu durum münafıklarda tam tersidir.
“Münafıkların erkekleri de kadınları da birbirlerine benzerler. Kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve Allah yolunda harcamaktan ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuttular da, Allah da onları unuttu. Gerçekten de münafıklar hep fâsık kimselerdir.” Tevbe- 6
Birbirlerinin yaptıkları fenalık ve kötülüklere mani olmayan, iyiliği emir ve kötülüğü nehyetmeyen “bananecilerin” durumu nedir?
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:“İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve:
Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti. Sonra Resûl-i Ekrem şu âyeti okudu:
“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” [Mâide sûresi (5), 77-81].
Hz. Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrail oğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”
Aslında bu umursamazlığın arka planında “Allah’ın rahmetini umma” konusundaki yanlış anlayış saklıdır. Onu da Allah Resulü’nün şu hadisinde buluyoruz:
Said-i Hudri naklettiği bir rivayette ; Allah’ın Resulü’nden işittim: Şüphesiz Allah kıyamet günü kuluna soracaktır. Kötülüğü gördüğünde kötülüğe engel olmamanın nedeni neydi? der ve Onun önüne bu durumla ilgili tüm hüccetini sunar. Kul: Ey Rabbim! Senin rahmetini umdum ve insanlardan ayrıldım. Der.
İsrailoğullarının da bu konudaki gevşeklikleri Bakara suresi 80. Ayette geçtiği üzere;
Bir de dediler ki: " ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunur başka ateş azabı dokunmaz". De ki; "Siz Allah'tan bir söz mü aldınız? Böyle ise Allah sözünden dönmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
İster geçmiş ümmetlerde olsun, ister bizler olalım hangi sebeple, hangi bahaneyle olursa olsun “iyiliği emir ve kötülükten menetme” toplumsal eylem sorumluluğumuzu yerine getirmiyorsak, o halde bu konuyu bir kez daha düşünmeli değil mi?
Kaynak:
1- Toplumsal alanda yapılan devrimler: Şapka ve Kıyafet Devrimi (25 Kasım 1925), Lâkap ve Ünvanların Kaldırılması (26 Kasım 1934), Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934), Laiklik (1928), Takvim, saat ve ölçülerde değişiklik (26 Aralık 1925 - 26 Mart 1931), Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması.
Eğitim alanında yapılan devrimler: Medreselerin kapatılması (1924), Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924), Harf Devrimi (1 Kasım 1928), Güzel sanatlarda yenilikler (1928), TürkTarih ve Dil Kurumlarının kurulması (12 Nisan 1931, 12 Temmuz 1932), Dil devrimi (1932) Şer'iyye mahkemelerinin kapatılması (1924)
2- Memuay-i Asar 26 (Ali) S-209
3— عن ابن مَسْعُودٍ رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «إِنَّ أَوَّلَ مَا دخَلَ النَّقْصُ عَلَى بَنِي إِسْرائيلَ أَنَّه كَانَ الرَّجُلُ يَلْقَى الرَّجُلَ فَيَقُولُ : يَا هَذَا اتَّق اللَّه وَدعْ مَا تَصْنَعُ فَإِنَّهُ لا يَحِلُّ لك ، ثُم يَلْقَاهُ مِن الْغَدِ وَهُو عَلَى حالِهِ ، فلا يمْنَعُه ذلِك أَنْ يكُونَ أَكِيلَهُ وشَرِيبَهُ وَقعِيدَهُ ، فَلَمَّا فَعَلُوا ذَلِكَ ضَرَبَ اللَّه قُلُوبَ بَعْضِهِمْ بِبَعْضٍ » ثُمَّ قال : { لُعِنَ الَّذِينَ كَفَروا مِنْ بنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ داوُدَ وعِيسَى ابنِ مَرْيمِ ذلِك بما عَصَوْا وكَانوا يعْتَدُونَ ، كَانُوا لا يَتَنَاهَوْنَ عنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ ما كانُوا يَفْعلُون صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم تَرى كثِيراً مِنْهُمُ يَتَوَلَّوْنَ الَّذينَ كَفَرُوا لَبِئْسَ مَا قَدَّمتْ لَهُمْ أَنْفُسُهُمْ }إلى قوله : { فَاسِقُونَ } [ المائدة : 78، 81 } ثُمَّ قَالَ : « كَلاَّ ، وَاللَّه لَتَأْمُرُنَّ بالْمعْرُوفِ ، وَلَتَنْهوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، ولَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ ، ولَتَأْطِرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً ، ولَتقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً ، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّه بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ ، ثُمَّ لَيَلْعَنكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ » رواه أبو داود، والترمذي وقال : حديث حسن .
4
- وعن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه – قال: سمعت رسول اللَّه صلى الله عليه وسلم يقول: إنَّ اللَّه ليسأل العبدَ يوم القيامة حتى يقول: ما منعك إذْ رأيتَ المنكر أن تنكره؟ فإذا لقَّن اللَّه عبدًا حجَّته قال: يا ربِّ! رجوتُك وفَرِقْتُ مِن النَّاس
أخرجه ابن ماجه في كتاب الفتن، باب قوله - تعالى -: (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ) [(105) سورة المائدة] (2/1332- 4017) وأحمد (17 /345- 11245) وصحح الألباني في صحيح سنن ابن ماجه (9/17) والصحيحة (929)
GÜLDESTE
MUHSİN TAHA SELÇUK
|
|
YİĞİT GÖKDERE
|
|
NECAT YAZICI
|
|
NECAT YAZICI
|
|
BAHADIR BAYRAM
|
|
M. UBEYDULLAH BOZDOĞAN
|
|
NECAT YAZICI
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
NECAT YAZICI
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
MELİH AHISHALI
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
İLKER YILMAZ
|
|
NECAT YAZICI
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|