Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
HAL-İ PÜR MELALİMİZ…
Hiç dikkatinizi çekiyor mu?
Ne kadar da parçalı bir muhalefet sergiliyoruz.
Millet olarak sivil anlamda örgütlülük sorunu yaşadığımız yadsınamaz bir gerçek. Bunun doğal bir sonucu olarak dikkatimizi bir yerde toplamak kolay olmuyor elbette. Yani dikkatini toparlayamamak sadece sınavlara hazırlanan talebeler için bir sorun değil anlayacağınız. Bizler de yoğun olay ve haber bombardımanı karşısında, önündeki uzun paragrafı anlamakta zorluk çeken öğrencilere benziyoruz.
Ama öte taraftan grupsal beklentilerimizin çok farklı olması da, bizim iyi kötü var olan muhalefet duvarında ciddi gediklere yol açıyor. Herkesin (=grubun, cemaatin, örgütün) birbirinden farklı beklentileri var. Bu ülkede muhalefet edenlerin ortak beklentileri yok, ortak itirazları yok.
Evet, bir kısmının muhalefet yapmaktan maksadı bir gün iktidar olmaktır. Bu tipler, kendilerini iktidar yapacak yolları ve imkânları gözlerler. Böylelerinin sözlerine itibar edilmemeli, yüze gülmelerine aldanılmamalıdır.
Hadi onlar marazi tiplerdir, ama toplum olarak bizim de tam manasıyla ne istediğimizi biliyor olduğumuz söylenemez. Öyle olunca neye itiraz ettiğimizi de aslında çok biliyor olmuyoruz.
Faraza ne demokrasi diyenler demokrasiden anlıyor, ne de olmaz diyenler tam olarak ne demek istediklerini formüle edebiliyorlar. Parlamenter sistemi savunanlar da, başkanlık yahut yarı başkanlık olsun diyenler de ağızlarından çıkan şeylerin karşılıklarından çok haberdar sayılmazlar. ( Askeri vesayete karşı çıkanlar yargısal vesayeti öne çıkarabiliyorlar. Sistemin kutsalları adına halkların özgürlük talepleri göz ardı edilebiliyor. )
İtirazlarımız var elbette. Ama bilinçli (=nereden gelip nereye gittiğini bilen, kendisinin niçin var olduğunu doğru algılayan) bir toplum olmadığımız için itirazlarımızı şekillendirenler aslında hep iktidar savaşının tarafları oluyor. Gücü (=siyasal, ekonomik, medyatik gücü) elinde tutanlar, neye itiraz etmemiz gerektiğine de karar verenler olarak karşımıza çıkabiliyorlar. Yani herkes bir şekilde bizi manipüle ediyor.
Bugün karşı olduğunu söylediğimiz şeylerin de, taraf olduğunu söylediğimiz şeylerin de tam olarak farkında değiliz. Bindirilmiş kıtalardan bir farkımız yok. O nedenle biz bile kendimizden yığın olarak söz ediyoruz. Okumuş yazmışlarımız da halkından yığın olarak söz ediyor. (İlginçtir, ondan sonra da niteliksizliğinde neredeyse ittifak edilen bu toplumsal yığından öyle şeyler yapması isteniyor ki, akıllara ziyan.)
Neye itiraz ettiğimiz, neye neden şimdi itiraz ettiğimiz, bunlara geçmişte niçin seyirci olduğumuz ve sessiz kaldığımız ise tam bir muamma. Hepsi birbirine girmiş durumda. Sanki bir fil zücaciye dükkanına girmiş de ortalığı öylesine birbirine katmış gibi.
Oysa bu memlekette işler neredeyse iki yüzyıldır zaten böyle gidiyor. İktidar sorunu bugün ortaya çıkmış bir sorun değil. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki çatışma ve çelişkiler de dün ortaya çıkmadı. Ama biz sanki bazı şeyler yeni değişmiş, yeni bozulmuş gibi tepki veriyoruz. Tıpkı yolda rastladığı hristiyanın boğazına “Bizim Hz. İsa’yı niye öldürmeye kalktınız” diye sarılan zavallı gibiyiz. (O Hristiyan boşuna itiraz edecek, çünkü biz hadiseyi daha yeni öğrendik.)
Hal böyle olunca asıl sorunun sistemin kendisinde olduğu gerçeği gözden kaçırılıyor. Egemen güçler de bizim bu zaafımızı sonuna kadar değerlendiriyorlar.
Üstelik bunu yapanlar sadece bizden olmayan egemen güçler değil, bizim mahallenin çocukları da iktidarla bir şekilde ilişkiye girince yahut bir iktidar fırsatı ele geçirince aynısını yapıyorlar.
Yine bundan dolayı insanlar sistemle, sistemin argümanları ile hesaplaşmak yerine günübirlik ağız dalaşlarına girmeyi (= sağcı-solcu, laik-müslüman vb.), hasımlarına o gün için ağızlarının payını vermeyi tercih ediyorlar. Bu çerçevede herkesin demagogları oluyor, herkes o demagog üzerinden birbirine giydirmeye çalışıyor kaba tabirle. (Kim bilir belki de ellerinden ancak bu geliyordur.)
Halk da tribünde oturan izleyici gibi, kimin retoriği daha güçlü ise onun tarafında yer alıyor. Yani halk olarak aslında ta baştan tuttuğumuz bir takım yok.
O sene kim daha iyi performans göstermişse onun tarafını tutuyoruz. Ya da kim bize daha çok promosyon (= maaş zammı, tatil günü, iki anahtar, çoluğa çocuğa iş, bulgur, kömür) dağıtmışsa o bizim takımımız oluyor.
Asla bir felsefemiz yok. Asla değişmez, bizi sabit kılacak, bize kişilik verecek kalıcı değerlerimiz yok. Değer dediğimizde aklımıza sadece fiyat geliyor. (Mesela, millet imam hatiplerin kapatılmasına nasıl seyirci kaldı, başörtüsü mücadelesi nasıl oldu da içimizden birileri tarafından sabote edildi zannediyoruz?)
İnancımız da o nedenle fiyatlandırılmış bir inanç olmaktan öte geçemiyor.
Her şeyin bir fiyatı vardır kalıp cümlesi bizim memlekette “evet, doğru” diye onaylanıyor. Bu söze evet diyenler başkalarını kastediyor ama bir gün kendilerine bir fiyat teklif edilirse ne yapacakları hususunda kendilerinden hiç de emin değiller maalesef.
Satın alınamayacak kimsenin ve şeylerin olmaması, her şeyin bir pazarının kurulmasına, alıcı ve satıcı tarafların oluşmasına neden oluyor.
Kimsenin asla satamayacağı/satmayacağı bir kıymeti kalmamış adeta.
…
Son söz Kur’an’dan:
“Yoksa senin Rabbin, ıslah ediciliği bir hayat tarzı kabul ettikleri sürece toplumları, hak etmedikleri halde yok edecek değildir.” (Hud suresi 117. ayet)
GÜLDESTE
MUHSİN TAHA SELÇUK
|
|
YİĞİT GÖKDERE
|
|
NECAT YAZICI
|
|
NECAT YAZICI
|
|
BAHADIR BAYRAM
|
|
M. UBEYDULLAH BOZDOĞAN
|
|
NECAT YAZICI
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
NECAT YAZICI
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
MELİH AHISHALI
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
İLKER YILMAZ
|
|
NECAT YAZICI
|
|
MUSTAFA SEFA ÇAKIR
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|
SELAHATTİN GENÇKAN
|
|